25 Ocak 2017 Çarşamba

DENEY 7: 2.5 YIL FREELANCE REKLAMCI OLARAK ÇALIŞMAK

Türkiye'de reklamcı olmak yeterince zorken, metin yazarlığına zaten hiç değinmiyorken; 2.5 yıl freelance reklam yazarı olarak çalıştığım için öncelikle kendimi kutluyorum. Zor ama öğretici bir süreçti. ("Anamdan emdiğim, burnumdan geldi"nin kibarcası)


Freelance öncesi&freelance sonrası: Sağdakinin ağzındaki emzik değil, "Kelimeler kifayetsiz"i temsil eden sonsuzluk işareti, gözden kaçırılmasın.


2.5 yıl boyunca, oldukça ilginç karakterlerle tanışma ve çalışma fırsatı buldum. Kimi büyük bir hüsranla bitti, kimi küçük bir hüsranla. Ama genelde bitti. Neden? Çünkü freelance çalışanlar, hele hele freelance metin yazarları, bazılarınca (geri kalan "bazı"larıyla tanışma fırsatı hiç bulamadım) "özgürce sömürülebilecek, şirketsiz, kartvizitsiz-ki kartvizitim var hıh-işsiz ve de güçsüz" kişiler olarak görülebiliyor.

Gel gelelim, bunlar benim deneyimlerim. Çok güzel projelerde, çok güzel insanlarla çalışma şansım da oldu. (Tamam, peki; onlar azınlıkta, ama güzel şeyler hep azınlıkta değil midir zaten?) Bu 2.5 yılda tanıştığım olumsuz insan tiplerini, freelance hayata adım atacaklara iki gram faydam olsun diye, en çok sevdiğim fiillerden biriyle anmak isterim: Kategorize etmek.


------------------------ VE DENEY BAŞLAR ---------------------------


DENEK: Bir reklam ajansından şutlanmış olan bir adet ben.   

DENEY: 2.5 yıl freelance metin yazarlığı yapmak. (Bkz. kurtlar sofrasında kınalı kuzucuk olmak)



ÇIKARIMLAR: KOŞARAK UZAKLAŞILMASI GEREKEN 

MÜŞTERİ PROFİLLERİ 


1."BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ"GİLLER


Çift kişilikli, yorucu varlıklardır. 


"Issız Adam"daki esas oğlanın, reklam sektöründeki izdüşümü.

Bir gün bir müşteri çıkar, size bir iş verir. Hatta ön ödemesini bile yapar. Gel gelelim iş takibine düştüğünüzde, bu arkadaşa bir türlü ulaşamazsınız. İş bata çıka biter. Ama 2. ödemenizi (ya da genel olarak ödemenizi) başta söz verilen tarihten daha geç alırsınız.

İki ay sonra, bu arkadaş bir gün aniden ortaya çıkar ve sizden başka bir iş ister. Daha önceki iletişim sorununu bir daha yaşamak istemediğinizi söylersiniz ve arkadaş birden düzelir. Duygusal anlar... Sol gözden akan o incecik damlacık. 

Sonra bilin bakalım, ne olur? Tek gözünüzden akan o bir damla yaş daha kurumadan, e-mailler yine cevapsız, mesajlar yine karşılıksız ve de aramalar yine yapayalnız kalır. Tamam, belki ödemenizi alırsınız, belki yarısını kurtarırsınız ama bu kişilerle iletişim ı ıh; zordur. Ömrünüzden ömür gider. Birkaç ay bu kişiye ulaşamazken, bir gün ararlar ve işin acile bindiğini söylerler. Yorucudurlar. Onlar yüzünden hep bir umut ve hayalkırıklığı sarmalında gidip gelirsiniz.

Bu insanlar neden böyle?
Çünkü onlar hep 'yoğundur'. Kafaları dağınıktır ve o an sizin üzerinde çalıştığınız iş (sizin bildiğinizin aksine) artık onların öncelik listesinde değildir. Kısacası sizinle vakit kaybetmek istemezler. Ta ki üzerinde çalıştığınız proje yine önem kazanana kadar.


2. 5 SAAT İŞİ ANLATIP, KONU PARAYA GELİNCE SESİ KISILANLAR


Çok naif, çok hisli çocuklardır bunlar. 


Projeye ve beklentilerinize dair her şeyi büyük bir titizlikle konuşurlar. 
Para hariç...

Sizi takdir eder, portfolyonuza ne kadar da bayıldıklarını söylerler. Profesyonel yaklaşımınızdan dem vurup, "Keşke herkes sizin gibi olsa" derler. Sizi hindi gibi kabarttıkça kabartırlar. Bu konular zaten toplantınızın ya da telefon görüşmenizin yarım saatini alır. Geri kalan bir saatte de birden projeye girerler.


Siz ne olduğunu anlamadan, birden projenin ayrıntılarından, amaç ve çalışma takviminden bahsetmeye başlarlar. Mübarek gitmiş New York'ta, 8 yıl satış dersi almış gibidir. Hatta sanki siz ondan iş almıyorsunuz da, o sizi ikna etmeye çalışmaktadır. Aslında bu his yanlış da sayılmaz. Çünkü o sizi gerçekten bir şeye ikna etmeye çalışmaktadır: Bedava çalışmaya. En sevdiğim... Sağ gözden akan o tek damla gözyaşı. 

Bu kişi konuşur da konuşur. Ama siz kendisinin nefes aldığı o nadir anlardan birini yakalayıp lafa girdiğinizde, "Bu arada ücret nedir, ben x-y aralığı olarak düşündüm" dediğinizde; birden hatlar kopabilir, karşı tarafın şarjı bitebilir, sesi bir taraflara kaçabilir ya da telefonu patlayabilir. Belki adamın tilifonu Samsung Note 7'dir, kim bilir. Olur, olur ...

Bu insanlar neden böyle?
Bu insanlar cin olmadan adam çarpar. Ağzı iyi laf yapan esnaflar gibi her şeyi bedavaya getirmeye çalışırlar. Açık büfeyi görünce çıldıranlar misali; baştan sizi överek altlığı hazırlar, tabağa yığılan kısır gibi işi boca eder ve laf paraya gelince "yav ona bi bakıcaz, işin bütçesi yok gerçi" gibi laga lugalarla acı biberi yağdırıverir. Kısacası, kaçın.


3."PARA SORUN DEĞİL, HALLEDERİZ YEAAA"CILAR


Bu insanlar mı daha çirkin, yoksa benim çizimlerim mi, bilemiyorum. 


Sakin olun ve sakın...

Kıpırdamayın. Sadece olduğunuz yerde kalın. Eğer şansınız varsa, yere yatın ve ölü taklidi yapın. Eğer siz bütçeyi sorduğunuzda, karşınızdaki kişi; olabilecek en kalender haliyle "Parayı hallederiz, sorun değil" diyorsa, bilin ki en büyük sorun para olacaktır o işte. 

Bu insanlar neden böyle?
Siz hala bu kategoride misiniz? Nedenle medenle hiç ilgilenmiyin, kaçın! Hemen, şimdi! 

4.İÇİNDEN DİVA ÇIKANLAR


Onlar bıyık değil, alev bu arada. 

Anahtar kelimeler: Ben, en iyi, en çok, ben, bilirim, hrrr

En büyük aşkların nefretle başlayabileceği gibi, en büyük nefretler de aşkla başlayabilir. Bu da demek oluyor ki, Diva kategorisiyle işler genelde güzel başlar. 

Karşı taraf, genelde işinde uzmandır. Size saygı duyduğunu hissettiren o nadir insanlardan biridir. Siz de saflar kategorisindeki safınızı aldığınız için (gelişine vurulan kaçınılmaz kelime şakası), "Bu kişi de kendi işine benim gibi sahip çıkıyor, o da badireler atlatmış, iyi işler çıkarabiliriz" diye yaklaşırsınız işe.

Genelde saçma bir paraya anlaşılır. Neden? Çünkü karşı tarafın durumu iyi değildir ama güvenilir biridir. İleride zaten düzeltilecektir o meblağ. Her şey normaldir. Ta ki içindeki diva ortaya çıkana kadar.

Belki bir iş istediği gibi olmadı. Belki de bir başka şeye canı sıkıldı. Dr. Jekyll gider, yerine duble Mr. Hyde gelir. Ama ne gelmek... Sanki siz onun kabından 50 yıldır ekmek yiyorsunuz, sülalenizin mutluluğunu ona borçlusunuz da onu sırtından bıçaklamışsınız gibi, aniden höykürür. Olmadık işler talep eder. Verdiği 1 TL ise, istediği iş 20 TL'lere dek uzanır. Ama "O" hep haklıdır. Hep.

Bu insanlar neden böyle?
Sorun, bence dünyanın kendi etraflarında döndüğünü zannedip, o anda size dilediği gibi davranma hakkını kendilerinde buluyor olmaları. Siz nasıl divanın değerini bilmez de onun istediği işi yapmazsınız ya da istediği gibi yapmazsınız ya da sesiniz yükselir ya da ona karşı çıkarsınız vs vs. Boş verin. Allah'ın hakkı üç ama o Allah; bense zavallı bi benim diyerek, bir kere uyarın. Yine olursa, ikincisinde resti çekin. (Belli bir yaştan sonra zaten kimse ne edep öğrenebilir, ne adap) Ardından fonda "I feel good" çalmaya başlayacak (bkz.beysd on a turu stori). 


5."YA ELİMDE Bİ' İŞ VAR"CILAR


Çok akıllı bir türdür. 


Yerli dizilere kullanışlı mı kullanışlı, komik yan karakter

Bana 5 yıl boyunca bu kişilerin varlığı anlatılmış olsa da, yeterince kavramamış olacağım ki; bizzat yaşamam gerekti. Bu kişiler, proje ve hobilere, 'iş' muamelesi yaparlar. Ortada ciddi bir şey olmasa da size iş getirmiş gibi davranır, bütçe alır, gayet ciddi konuşur, sonra kayıplara karışırlar. Ardından bir iki ay sonra "Ya şöyle bi şey çıktı" ile geri dönerler. Özetle, bu kişilerle ne iş yapılır, ne de para kazanılır. Bunlardan olsa olsa İşler Güçler'e "yalancı komikler" kontenjanından yan karakter olur.

Bir üst modelleri "Ya bizim arkadaş şöyle bi şey arıyodu geçen"dir. İşin referansını somutlaştırmalarıyla, diğer kategoriden ayrışırlarlar. Bu kategori, olmayacak işler için kendisine pay istemekle de ünlüdür, baştan uyarayım. Böyle bir moda çıkmış şimdi. (Since1492)

Bu insanlar neden böyle davranıyor olabilir?
Sorgulamaya değmez. 

6.ANI YAŞAYAMAYAN TELAFİGİLLER


Çok zeki insanlardır bunlar. Pratikzekadan ölürler. 

İşte en özel, en IQ'lu, en EQ'lu, en AQ'lu kategori:

"Bak şimdi sen bu fiyata bunu yap, sonraki işlerde telafi edeceğiz". 

Neler duydu bu kulaklar, ne mailler okudu bu gözler. "Biz sizinle uzun süreli çalışmak istiyoruz, lütfen ilk işimizde indirim yapın" deyip, daha 2. iş için başkalarına fiyat sorduklarını yüzsüz yüzsüz söyleyenler mi, ilk işi ucuz yaptırdıktan sonra kayıplara karışıp telefonlara çıkmayanlar mı, binbir ricayla neredeyse bedeveye yaptırdığı işe 10282247 revizyon verip, işi burnumdan getiren mi... 

Freelance metin yazarlığı yaparken, en sık karşılaştığım grup, bu nadide arkadaşlar oldu. Ben, kendilerine küfür etmemek adına "Anı yaşayamayan telafigiller" adını uygun buldum. Özetle, asla yapılan işin maddi karşılığını vermezler. Vermemek için de favori argümanları, "Bir sonraki işte telafi edileceği"dir. Godot'yu bekleseniz daha iyi; en azından çok daha anlamlı, varoluşsal bir derdiniz olur. 

Böyle bir durumda "O zaman bir sonraki işte görüşelim" diyerek, masadan kalkın. 

Bu insanlar neden böyle davranıyor olabilir?

Alternatif cevap 1: İşte bunlar hep şark kurnazlığı.

Alternatif cevap 2: Aman, neyse ne! Bazılarının başına bunlar hep "neden, neden, neden" diye sormaktan geliyor. Tim Roth'un da dediği gibi... Buradan bakınız aah ah. 


-----------------------------ANA FİKİR ------------------------------------

  • Türkiye'de freelance çalışmak zordur kardeşim. 
  • Ya tok satıcı olacaksın ya da tok satıcı gibi görüneceksin.
  • Freelance sadece ne değildir? Hipster'lı kafelere gidip, prizli yeri kapıp çalışmak değildir.
  • Türkiye'de freelance çalışmak, köpekbalığı-kan ilişkisine de benziyor. Freelancecibaşı olarak, müşterinize paraya ihtiyacınız olduğunu ne kadar hissettirirseniz, o kadar sömürülürsünüz. Bkz. 2. madde: "Ya tok satıcı olacaksın ya da tok satıcı gibi görüneceksin". 
  • Ön ödeme almadan ne yapmıyoruz? İş yapmıyoruz.
  • Son ödemeyi almadan neyi teslim etmiyoruz? İşi teslim etmiyoruz. 
  • İşe geçmeden neyi konuşuyoruz? Bütçeyi konuşuyoruz.
  • İşe geçmeden neyi hazırlıyoruz? Sözleşme hazırlıyoruz. Her projede olmasa da, mümkün olduğunca imzalı ilerlemekte fayda var.

Neden sadece koşarak uzaklaşılması gereken müşteri profillerini yazdım?

Çünkü diğerleri, net bir şekilde ihtiyacını anlatan, ücrette hem sizi mutlu edecek hem de ödeme günü gelip çattığında kendisini yalancı çıkarmayacak bir orta nokta bulmaya çalışan, insan gibi insan olan o nadir ve güzel müşteri grubu. Fazla açıklamaya gerek yok. 
İyiler, güzeller işte. 


İşiniz ve paranız kadar, sabrınız da bol olsun. 

Freelance olarak gerçekten free free, mutlu mutlu çalışabileceğimiz günler dileğiyle. 

(Esen kalın. Sanki bu eksik kaldı gibi oldu...)










17 Ocak 2017 Salı

DENEY 6: GLAMGLOW PLUMPRAGEOUS MATTE LIP TREATMENT İLE İNCE&NEVROTİK DUDAK BAKIMI

"Devlerin aşkı büyük, zalımların ağzı küçük olur" demişler. Zalım kategorisinden olmasam da, ben de devamlı kuruyan, çizgi çizgi dolaşan, o ince dudaklılardan biriyim. Zaten alan az, yer dar; bir de çizgi çizgi olmasına ne gerek var? Gel gelelim, o çatlaklar arada can sıkıyor ve ince ince kanayabiliyor.  


Dudaklarımda değil de gözlerimde bir sorun var sanırım, bkz bunasılflufotoböyle. 


Ben de tabii ki ne yaptım, daha doğrusu ne yapmadım: Doktora gidip adam gibi bir ilaç sormadım. Onun yerine aloe vera sürmektir, yüze kullanılacak hyaluronik asit serumunu dudaklara boca etmektir, vazelin yemektir derken; kendimi Glamglow Plumprageous Matte Lip Treatment'ı satın alırken buldum. 

NEDEN GLAMGLOW MATTE LIP TREATMENT?

Parlak çocuk, adı üzerinde "Glamglow".

Her vaade kanan, animasyon karakteri kıvamında bir saftirik olmam gerçeğine ek olarak; bu ürün beni "matlaştırma" özelliğiyle tavladı. 

Dudak dolgunlaştırıcılar, dudak çizgilerini de açarak, daha pürüzsüz bir doku sağlayabiliyor. Bir anlamda baz görevi de görüyorlar. Ama genelde parlak olduklarından, kendilerinden çok haz etmiyorum. Üzerine saç gelir, konuşurken dudaklar birbirine yapışır ve nedense şu anda aklıma gelmeyen bir dolu şey. 

Glamglow Matte Lip Treatment, adından da anlaşılacağı gibi "mat dolgunlaştırıcı" vaadiyle beni kandırmayı başardı. İnsan bir kere kandırılmak istemeyegörsün... 

Üstüne bir de Sephora'daki görevlinin "Uzun süreli kullanımda kalıcı dolgunluk sağlıyor ve diğerleri gibi hiiiiç can yakmıyor" demesiyle, olta çoktan cüzdanımaydı bile. 


NEDİR BU GLAMGLOW MATTE LIP TREATMENT?


Glamglow diyor ki üründe bunlar yok: 
Paraben, sülfat ve fitalat. İngilizce aslı "phthalate" olan fitalat, plastiklerin ömrünü uzatmada, şeffaflığını ve esnekliğini artırmada kullanılan bir madde. "Kozmetikte yasaklılar" listesinde paraben ve sülfatın pabucunu dama atacak gibi gözüküyor.

Ve Glamglow diyor ki üründe şunlar var: 
- Üç aşamalı dolgunlaştırma için bitkisel içerikler
- Nemi tutmak için hyaluronik asit ve daha sağlıklı bir görüntü için C vitamini
- Cupuacu ve Murumuru yağı adında, dudakları pürüzsüzleştirdikleri ifade edilen iki adet ilginç içerik.

Markanın bahsetmediği konu ise...
Üründe nane yağı ve biber özütü gibi iritasyona sebep olması muhtemel iki içerik de mevcut. 

Tam içerik listesini buyursunlar.


NASIL KULLANILIYOR?


Ürünün üzerinde "bu tarafa çevirin" ibaresi yer almasa, açmak zor. Ürünü çevirip açıyorsunuz. İçinden, ucunda ortası delik bir bölümün yer aldığı tuhaf bir fırça çıkıyor. 

Belki ben dikkatsiz ve hafızasız olduğumdan (gerizekalı diyemedim), üzerindeki ibareyi ürün bitene kadar çıkarmadım. İcat ettikleri kullanım biçimi o kadar ters geldi ki, her kullanımda yeniden hatırlamam, öğrenmem gerekti.

Ortası delik, ilginç bir 'sürme aparatı'


Şahsen, bu bölümün mantığını anlayamadım. Aparatın ortası delik olduğu için, tüm dudağa sürebilmek gerçekten enerji istiyor ve bence bu iş, bu kadar enerjiyi hak etmiyor. 

------------------------ VE DENEY BAŞLAR --------------------------


DENEK: Dudakları ince ve çatlak olan bir adet ben.

DENEY: Dudakları üç aşamalı dolgunlaştırdığını iddia eden bir adet Glamglow Plumprageous Matte Lip Treatment.

Ürünü, 3 hafta boyunca sabah-akşam kullandım. 

Üzerine bir şey sürmeden önce mümkün olduğunca kurumasını bekledim. 


---------------------------------- SONUÇ -----------------------------------


Öncesi, sonrası: Fark, yangında. 

  • NEMLENDİRME: Ürünün içinde hyaluronik asit olmasına rağmen, şahsen ben herhangi bir nemlendirme özelliğini görmedim, hissetmedim.  
  • BAZ ÖZELLİĞİ: Dudak konturunu belirginleştirmesi ve çizgileri açması anlamında fena değil. Üzerine daha kolay ruj sürebiliyorsunuz. Ama dudaklardaki bu pürüzsüzlük ve kontur belirginliği, uzun süreli olmuyor. Bu arada konturun biraz dışına taşırdığınızı, cildinizin kızarmasından anlayabilirsiniz mesela. Böyle bir şeye gerek var mı? Yok. 
  • DOLGUNLAŞTIRMA: Yok öyle bir şey. İçeriğindeki nane yağı ve biber özütü özellikle ilk kullanımda yakıyor. O an dudaklarınızın balon olup Kapadokya'ya uçtuğunu zannediyorsunuz ama alakası yok. Dolgunlaştırma Mars'sa, bu ürün; Mars'a en uzak kara delikte bulunan uzak bir evrendeki uzaylı kulağı. 
Bahsettikleri 3 aşamalı dolgunlaştırma şöyle bir şey olsa gerek...

1."Yakmıyor demişti görevli ama hafif yakıyor bu yav": Ürünü sürdünüz. Beklediniz. Hareket yok. Bir iki dakika geçti. Hafiften yanmaya başladı.

2."Yandım Allah, buz getirin": Yanma artarak devam ediyor. "Ben de kullandım, diğerleri gibi yakmıyor bu ürün" diyen Sephora görevlisini andığınız o mayhoş dakikalar... 

3."Allah'ım saha geliyorum": Ben ilk defa gece uyumadan önce denemiştim bu arkadaşı. Dudaklarım bir saat yandı, boyuna Allah'ın adını andığım dakikalardı. Ruhani anlar... Bizim caminin imamına gidip "Bu akşam ben okuyayım" dememe ramak kalmıştı ki uyumuşum. Belki o gün daha da çatlamıştı, bir hassasiyet vardı bilemiyorum. Diğer denemelerde acı azaldı ama mutlaka kendini iyice bir hissettirdi. Böyle bir şeye gerek var mı? Yok. 


Sonucun sonucu: 2/10. 


Puan düştüm çünkü:
- 80 küsür Lira'yı hak etmiyor.
- Vaatlerinden hiçbirini gerçekleştiremedi, azıcık kontur belirginleştirmesi hariç. 
- Dudakları çok yakıyor. O kadarına "Pamela olacaksın ama" deseler, yine hayır derim ki Pamela'nın son halini düşününce, öyle demeliyim bence de zaten.
- İçeriğinde uzun vadede dudakları iyice kurutacak maddeler mevcut. 
- Kullanımı zor. (Bu biraz "Hem yemek kötü hem de porsiyonlar küçük" gibi oldu sanırım. Evet, öyle oldu)
- 3 haftada bitti. Evet, bildiğiniz bitti. Şimdi dibindekileri kullanıyorum 80 küsür Ta Le'nin hatrına. 

0 da vermedim çünkü:
- Bkz. azcık belirginleşen konturun hatrı. 



Eğer dudak dolgunlaştırıcı arıyor ya da dudaklarınızdaki çatlaklardan şikayet ediyorsanız;

bu ürüne para vermek yerine, 80'lerdeki Seren Serengil dudak makyajını yapın daha iyi. 

"Banne banne, nevrotik dudak istemem" diyenlere önerim: 

Dudaklarınızı fırçalayın,

Ardından azıcık tarçın yağı sürün, üzerine bir de... 

Bir dakika... Bundan ayrıca bir yazı çıkar. 

Sevgiler, saygılar; herkese çatlaksız, nevrozsuz dudaklar.